Büyükler

Büyükler ne zaman dünyanın pisliğine batsalar çocuklara sarılırlar. Çocukların temizliği ile yıkanmak, arınmak isterler. Ama çocuklar da büyüdükçe kirlenirler. Ve sonra da onlar sarılacak çocuk ararlar. Büyükler dünyanın pisliğinden kaçmak için çocuklara sarılmak yerine, dünyayı pislikten arındırmanın gerekli olduğunu ne zaman anlayacaklar?

Uzun aradan sonra geldim gitmemek şartı ile . Buralar çok tozlanmış 🙂

Sevgiyle Güzelleşen Hayatım

Merveyle-Osman, Zeyneple-Seyit, Betülle-Mehmet, Nurgülle-Can Mehmet ve Aylinle-Soner… Sonunda elleri ve kalpleri kavuşmuştu. Gözleri ayrı bağırıyor, kendileri ayrı bağırıyordu: “Bana sevgiyi öğreten insan!” Taa gözlerin içine kadar etkisini gösteren, böyle büyük bir sevgi nasıl oluyordu? Her şeyde ve her yerde sevgilerinden izler kalıyordu. Ben de o sevgileri alıyor ve içimde biriktiriyordum. Birikiyor, birikiyor ve sadece onu bekliyordu. Ona, hiç yaşanmamış sevgiyi verebilmek için bütün sevgileri görmek istiyordum.
Aşk öyle bir şey ki, en katı insanın bile yüreğini yumaşatıyordu. Gözlerden yayılıp gelen bu aşkın gücünü görebiliyordum.

-Nur Doğan-

Evimiz

Evimiz sessizdi. Acılarımız, çığlıklarımız sessizdi. Ağır karanlık bir gök altında, soğuk ıssız bir ülkede bilinmedik bir yerdi şimdi evimiz. Hepimiz kendimizi odalarımıza gömmüştük. Yataklarımız son sığınağımızdı. Bütün umudumuz hayallerimizdeydi. Hayallerimiz bizi masallara götürüyordu. Yatağımız bir uçan halı olmuştu. Sevenlerin ayrılmadığı, açların doyduğu, gözyaşlarının akmadığı diyarlara götürüyordu bizi. Evimiz uyuyordu. Evimiz rüya görüyordu. Çünkü yaşadığımız gerçeklere tahammül edebilmek için başka çaremiz yoktu. Evimiz bunun farkındaydı ve bizi bağrına basıyordu.

Anladığımız Ölçüde

Bir insanın kafasındaki düşünceleri ondan başka kim bilebilir? Bunu bilmenin yolu, onun yaşadığı acıların sızısını, kendi yüreğimizde hissetmekten geçer. Onun ne düşündüğünü o zaman anlarız. Anladığımız ölçüde insan oluruz.

Yorulduk mu?

Yaşam, gittikçe yoruyor hepimizi. Bu da zamanın gerektiği gibi kullanılmamasından kaynaklanıyor. Öyle ki zamanında söylenmeyen her söz ve alınmayan her tavır, saatinde kalkmayan her otobüs gittikçe yoruyor insanı. Her şey zamanında yapılsa, her söz zamanında söylense, her tavır zamanında alınsa, otobüsler tam zamanında kalksa yine de yorulur muyduk yaşamaktan?

Zaman ilerledikçe mi aklımız eriyor? Aklımız erdikçe mi yoruluyoruz yoksa? Yoruldukça durağanlaşıyor, heyecanımızı mı yitiriyoruz? Şurası bir gerçek ki direnme gücünü yitiren insan yaşamda gözlemlediği çirkinliklere karşı koyamaz.

Bilir misiniz?

Çocukların sözcükleri yoktur. Neler hissettiklerini söyleyemezler. Sözcükleri olacak kadar büyüdükleri zaman da yaşadıklarını unutmuş olurlar. Unutulan yaşantılar bazen bir iç sıkıntısı, bazen bir huzursuzluk, bazen lüzümsuz bir sevinç ya da sebepsiz bir telaş kılığında çıkar ortaya. O zaman sözcükler yetersiz kalır işte. Anlamlar sığlaşır. İşte o zaman şair olur insan. Eski sözcükleri yeni anlamlar yazar. Bunlar neden olur bilir misiniz ? Çaresizlikten ve hayata mecburiyetten.

Aşkın Zamanı

Bir zamanlar televizyon yoktu, telefon yoktu, sinema yoktu, araba yoktu, uçak yoktu, elektrik yoktu.

Evlerde su yoktu. Kadın vardı, erkek vardı. Dünya büyüktü zaman çoktu. Kim bilir belki o zaman aşka daha çok yer vardı.

Tarafsızlık

Tarafsızlık ortada durmak değil, doğrunun ve gerçeğin yanında olmaktır. Doğrunun ve gerçeğin yanında olmak isteyen onlara gider. Onları kendi durduğu yere çekmez. Doğruya ve yanlışa, gerçeğe ve yalana aynı mesafede duran yanlışın ve yalanın tarafını tutuyor demektir. Ama doğru ve gerçek kişiye göre değişir diyen olursa, evet öyle. Nerede durduğunuza ve nasıl baktığınıza göre değişir elbet.

Kelimeler

Günümüz insanı çok dar bir kelime dağarcığına sıkıştırılmış durumda; adeta ilkel bir kabile dili konuşuyor. Ne “halef – selef”i ne de bunların Türkçe karşılığı olan ” öncel – ardıl”o biliyorlar. Kelime azlığı yalnız siyah- beyaz ikiliğinden ibaret dar bir hayat anlayışı doğuruyor; griler kayboluyor. Oysa düşünmek için kelimeler şarttır.